Can ile başlar her sözümüz, dilimizde hep can vardır. Yüreğimizde taşıdığımız dostlarla hep
can diye başlar muhabbetimiz. Can, insandır gözümüzde. Kadını, erkeği sormaz ne dilimiz ne
kültürümüz nede inancımız.
Candır yoldaki, yolumuza düşen candır. Yolumuz canlıdır sığmaz kalıplara, şekle girmez. Bu
yüzdendir belki bizimde ele avuca sığmayışımız, isyanımız, susmayışımız, boyun eğmeyişimiz.
Sığmaz çünkü bu yol mekânlara, mabetlere… Canların gönlündedir, aşığın dilinde, ozanın telindedir.
Canlar sazıyla, sözüyle, nefesiyle canlı tutar bu yolu. İşte bu yüzden denir yolumuz canların yolu diye.
Ozanların bin bir kelamla söylediği, hakikat sırlarıyla dolu, eşiğine gelenin yüreğini aşkla
dolduran bu yolun zaman zaman sadece mekânlara, salonlara sığdırılmaya çalışıldığı görülüyor.
Geçmişten günümüze nice zorluklarla yaşatılarak gelen, her dönemde canlı tutulmaya çalışılan
yolumuz şekle, kalıplara sokulmaya çalışılıyor. En büyük zararı da bize yine kendimiz veriyoruz
maalesef...
Toplumumuzun ve demokratik kitle örgütlerimizin onlarca yıldır dillendirdiği, mücadele ettiği
konuların en başında cemevlerimize yasal statü verilmesi gerektiği gelmektedir. Cemevlerimiz bugün
bir çok kurum eliyle yapılıyor, yönetiliyor olsa da halen kanunlar çerçevesinde kabul edilmiş durumda
değildir. Bu mücadeleyi sürdürmek ve kazanmak toplumumuzun her ferdinin mutlak çabası olmalıdır.
Bunu kazanmak demek sadece varlığımızı kabul ettirmek demek değildir. Mücadelemizi geleceğe
taşımak için bizde varız diyebilmektir. Bu sadece Alevilerin değil insan haklarına saygılı, hak ve
özgürlüklere inanmış tüm toplum kesimlerinin kaygısı olmalıdır aslında. Ne olursa olsun toplumumuz
ve demokratik kitle örgütlerimiz bu hak ve özgürlük mücadelesinde sağlam adımlar atmaktan geri
durmamalıdır.
Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumu yüzlerce yıldır bu topraklarda yaşıyor. Dergâhlarında, meydan
evlerinde, cemevlerinde ve çoğunlukla kendi hanelerinde inancını sürdürüyor. Yolunu, süreğini canlı
tutmaya bir sonraki kuşağa bozulmadan aktarmaya çalışıyor. Günümüz şartlarında kentleşen
Aleviliğin getirdiği ihtiyaçlar doğrultusunda artık her kentte cemevlerimiz var. Bu inanç
merkezlerimizin içini felsefemizle, kültürümüzle, insanlığımızla, sevgimizle doldurduğumuz
müddetçe yolumuzda canlı kalır, yolcuda bu yoldan kalmaz…
Semahlarımızla, deyişlerimizle, bağlamamızla bu yol nasıl ki gençlere öğretilmeye
çalışılıyorsa cemevlerimizde de çocuklarımıza, gençlerimize fırsat verilerek onların önü açılmalıdır.
Geçtiğimiz günlerde bir etkinlik için cemevine gideceğimizi konuşurken, bunu duyan altı
yaşındaki oğlumuzun gözlerinin içi gülerek “köye mi gidiyoruz?” demesi bizi hem sevindirdi hem de
düşündürdü. Köyde kaldığımız yaz aylarında genellikle köyler daha kalabalıktır. İnsanlar daha çok
yazın bir araya geldiği için o zamanlar köyler daha coşkulu olur. Bu duruma bununda etkisi vardır.
Ama çocuk yüreğiyle umarsız bir şekilde, cemevinin ona köyü hatırlatması belki de içtenliği,
samimiyeti oradaki ortamda görmesinden kaynaklıdır.
Belki artık çok geç bazı şeyler için, atalarımızın o köy ortamlarındaki yaşantılarını,
duygularını hiç birimiz artık yaşayamayacağız. Hiçbir kentte o eskiden köylerde olan yolu, süreği
doğal bir şekilde yaşatamayacağız ama hiç olmazsa o samimiyeti, içtenliği yaşatalım. Bize o gülen
gözleriyle bakan çocukları bu toprakların kadim inancından, öz kültüründen uzaklaştırmayalım. Bugün
altımızda oturduğumuz koltuğu, postu değil hep birlikte yarına ne bırakabileceğimizi düşünelim.
Metin ÖZDEMİR