25 Kasım 2014 Salı

KEPEZ'DE AŞURE LOKMASI

Kepez'de Aşure Lokması - Metin ÖZDEMİR

   Alevi Kültür Dernekleri Antalya Kepez Şubesi'nin aşure etkinliği 16 Kasım 2014 Pazar günü Kepez İsmet İnönü Parkı'nda düzenlendi. Halk Derneği'nin de katkı sunduğu etkinliğe Belediye meclis üyeleri, Alevi kurumlarının başkan ve yöneticileri ile davetli canlar katıldı.

   Başlangıcında deyişlerin seslendirildiği etkinlikte açılış konuşmasını yapan Alevi Kültür Dernekleri Kepez Şube Başkanı Abidin Özkan aşure etkinliğine katılan ve derneklerine katkı sunan canlara teşekkür etti. Aşurelerini sadece canların kendi katkılarıyla kaynattıklarına dikkat çekti.

   Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkan Yardımcısı Ali Aktaş ise yaptığı konuşmasında aşure gününün önemine ve Alevi toplumunun sorunlarına değindi.

   Antalya Alevi Gençlik Platformu Semah Ekibi'nin genç semahçılarının döndüğü semahlar aşk ile izlendi. Semahların ardından Hüseyin Gazi Metin Dede'nin aşure gülbengini çekmesiyle birlikte lokmalar canlara sunuldu.

   Aşure etkinliğinde "Cemevleri ibadet yerlerimizdir" pankartı ile cemevleri mücadelesinin önemine vurgu yapıldı. Alevi Kültür Dernekleri Kepez Şubesi olarak geleneksel hale getirdikleri aşure etkinliğini her yıl tekrarlayacaklarını dile getirdiler.

Kepez'de Aşure Lokması - Metin ÖZDEMİR

Metin ÖZDEMİR





KONYAALTI'NDA GELENEKSEL AŞURE GÜNÜ

Konyaaltı'nda Geleneksel Aşure Günü - Metin ÖZDEMİR

   Antalya Konyaaltı Belediyesi ve Alevi Kültür Dernekleri Konyaaltı Şubesi tarafından birlikte düzenlenen 5. Geleneksel Aşure Etkinliği 16 Kasım 2014 Pazar günü Konyaaltı Kent Meydanı'nda gerçekleştirildi. 

   Konyaaltı Belediye Başkanı Muhittin Böcek ve Belediye Meclis Üyeleri ile birlikte, Alevi Kültür Dernekleri Konyaaltı Şubesi Başkanı Tahsin Akpınar ve dernek yöneticileri etkinliğe katılan canlara aşure dağıttılar. 

   Aşure günü etkinliğinde zakirler deyişlerini seslendirirken, Antalya Alevi Gençlik Platformu Semah Ekibi'de sahne aldı.

   Konyaaltı'nda beş yıldır geleneksel hale getirileren aşure lokmasına çok sayıda can katıldı. Konyaaltı Belediyesi ve Alevi Kültür Dernekleri Konyaaltı Şubesi yetkilileri etkinliğe katılan canlara teşekkürlerini sundular.


Metin ÖZDEMİR

TAHRİK EDEN ALEVİLER

Tahrik Eden Aleviler - Metin ÖZDEMİR / Oniki Gazetesi

   Alevilere yapılan saygısızlıklara her gün bir yenisi daha ekleniyor. Bu yüzden gün geçmeden bir tehdide, saldırıya ve işaretlemeye maruz kalmamız normal bir durummuş gibi algılanmaya devam ediyor. Nedense hep "suçlu" yine Alevi olan ve Aleviler oluyor. Saldıran, tehdit eden yada zarar veren başkası ne hikmetse "tahrik eden" Aleviler. Geçmişte bunun örneklerine çok sık rastlandığı gibi, Aleviler yine "ötekileri tahrik etmeye" devam ediyor.

   Bu günlerde Aleviler olarak yaşadığımız en güncel örnek; Erzurum'da bir Alevi derneği tarafından canların bir araya getirilerek cem yaptıkları sırada yaşanıyor. Erzurum Merkez'de cemevi olmadığı için, Erzurum Büyükşehir Belediyesi'nin bir spor salonu yer olarak seçilmiş. Ülkemizin bazı yerlerinde de olduğu gibi, Erzurum'da da bir araya gelip cem yapacak yerleri olmayan Aleviler, mecburen belediyeye ait bir hizmet binasında cemlerini yapmak mecburiyetinde kalıyorlar. Fakat olaylar tabiki bu kadarla da kalmıyor...

   Cem birlenen salonda, gönülleri birleyen ve merkezine insanı koyan bir inancın sahipleri yoktur sadece. Belediyenin bir binası olması itibariyle salonda belediye personeli de bulunuyor. Yüzlerce yıldır gerek siyasi erklerin, gerekse toplumun kötü niyetli kesimleri tarafından atılan iftiralardan beslenen kişiler yine geçmişte olduğu gibi zihnindeki düşünceleri dışa vururlar. Cem sırasında çerağlar uyarılırken, salonun ışıklarını kapatmak Alevilere yapılan iftiraların ve halen yapılmak istenen karalamaların asırlardır son bulmadığının, bizim için çok fazla bir şeyin değişmediğinin bir göstergesidir.

   Bu yaşanan olay, Erzurum'da değilde, ülkenin başka bir yerinde de yaşanabilir. Çünkü bu zihniyetin memleketi, mekanı, zamanı yok. Çünkü bunların beslendikleri noktalar belli. Bu olayın spor salonunda gerçekleşmesi de önemli değil. Başka bir mekanda da bu saygısızlık yapılabilirdi. Bizler, bizden başkasına ve bizi bilmeyenlere, bu inancı, bu öğretiyi anlamayanlara muhtaç kaldıkça, muhtaç bırakıldıkça buna benzer olumsuzlukları her zaman, her yerde yaşarız.

   Yüzyıllardır bize attıkları "mum söndü" iftirasını burada onlara anlatmaya çalışmayacağız tabi. Çünkü herkes baktığı yerden görür. Zihinlerindeki karanlık düşüncelerini asla bize kabul ettiremeyecekleri için hep karalama ve iftira atmaya devam edecekler. Onlar bizim için "o kapının itleridir" Ama Pir Sultan'ın dediği gibi "bizim derdimiz kapı itleriyle değil, o kapının kendisiyledir.

   Aleviler daha henüz terk-i diyar edip köylerinden, yurtlarından kentlere göç eylemeden önce, cemlerini gizli yapıyordu. Nüfusunun tamamı Alevi olan köylerde bile hem devlet-asker korkusundan, hemde çevrenin baskısından çekinerek cemevlerini kapalı tutuyorlardı. Kapılara, pencerelere kilimler örterek dışarı ışık sızdırmadan, ibadetlerini gizlenerek yapıyorlardı. Bugünde biz korkularımızı yenmeye çalıştıkça başkaları bizim ışığımızı söndürmek istiyor. Ama bu inancın sahipleri buna izin vermeyecekler. Bunu başaramayacaklar.

   Köylerde, cemdeki "gözcü postu" gibi, köyün büyüklüğüne ve çevrenin durumuna bağlı olarak değişecek sayıda canı "pervane" olarak görevlendirirler. Bu canlarımız dışarıya karşı cem kardeşlerinin güvenliğini sağlar. Günümüzde bu "pervane postu" halen sürdürülmektedir. Şehirlerde de illaki bunu mu yapmak gerekir? Geldiğimiz noktada bir ibadethanenin yada ibadet edilen yerin güvenliğini sağlamaya çalışmak kadar utanç verici bir durum var mıdır? Devletin resmi olarak tanımadığı ve resmi bir statüsünün olmadığı cemevlerimizin kapısına gelseler kime ne diyebileceğiz. Çünkü yine bizden başka karşı koyacak kimsemiz yok. Ne devlet tarafından eşit yurttaşlık hakkımız tanınıyor, nede toplumun bir kısmı tarafından saygı görüyoruz. Cemevleri bir ibadethane değilde tekke-zaviye olarak kabul ettirilmek isteniyor.

   Erzurum'da yaşanılan bir olaydan yola çıkarak, bu basite alınacak münferit bir olay değildir aslında. Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı olan cemevlerimiz tanınarak, Alevilere de eşit mesafede yaklaşılmadıkça bu sorunların ardı arkası kesilmeyecektir. Aleviler özellikle bazı kentlerde halen cemevi sorunu yaşıyor. Cemevlerinin yeterli sayıda olmaması bu sorunların asıl sebebidir. Bu yüzdendir ki olanlara da sahip çıkalım. Ayakta tutalım ki ayakta duralım. Zalime minnet etmeyelim. Mevcut olan cemevleri içerisinde birlik olmamız şart. Ayrışmadan, eşit yurttaşlık mücadelemizi birlikte sürdürelim. Sen, ben demeyi bırakıp biz demeliyiz. Çünkü Yezidin taşı hepimizi yaralar.

Tahrik Eden Aleviler - Metin ÖZDEMİR / Oniki Gazetesi

Metin ÖZDEMİR






SARI DEDE SULTAN

Sarı Dede Sultan - Metin Özdemir - Serçeşme Dergisi

   Anadolu'da Alevi inancının filizlenmesi, Kızılbaşlık öğretisinin yayılmasında payı bulunan Sarı Dede Sultan, Batı Anadolu'yu mekan tutmuş Alevi pirlerimizdendir. Şimdiki coğrafyada Afyonkarahisar'ın Sandıklı Selçik Köyü'nde türbesi bulunan Sarı Dede, yöredeki diğer Alevi erenleri gibi bölgeyi irşad etmiştir. Tapduk Emre, Yunus Emre, Koçgazi Baba, Yusuf Dede ve Gelincik Ana'larla birlikte insanlığa rehber olmuş, kadim Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inancının temsilcilerindendir.

   Hünkâr Hacı Bektaş Veli'nin dünyaya yaydığı ışığın bir parçası olan Sarı Dede Sultan, aynı inancı bulunduğu yerdeki insanlara ulaştırarak yayılmasında katkı sağlamıştır. Sarı Dede Sultan, canların dilinde "Sarı Dede" olarak yer etmiştir. Sarı Selçuk Dede adıyla da anılmaktadır. Selçik köyünün kuruluşunu sağladığı ve burada dergâhını kurduğu bilinmektedir.

   Yaşamı hakkında kesin bilgilerin bulunmadığı Sarı Dede'nin canların gönüllerinde yer etmişliği günümüzde de sürmektedir. Yüzyıllardan bu yana sürüp gelen inanç, Sarı Dede Sultan'ın mekanı olan Selçik köyünde yer bulmuştur. Geçmişten bugüne gözle görülür bir eser kalmamışsa da, burada canlarımız gönül birliğiyle Sarı Dede'nin makamını oluşturarak dergâhı canlandırmışlardır. Yakın dönemde de türbenin yanına cemevi-aşevi yapılarak dergâhın işlevi sürdürülmektedir.

   Halk kültüründe sıkça rastladığımız yaşlılardan derlenen söylencelerle anılan Sarı Dede Sultan hakkında bu rivayetlerden fikir sahibi oluyoruz. Sarı Dede, Yunus Emre, Koçgazi Baba, Yusuf Dede gibi yörede yaşamını sürdürmüş olan erenlerle muhabbette bulunurlarmış. Her defasında farklı bir yerde toplanıp, hak muhabbeti ederler. Yine erenlerin toplandığı bir meclisten sonra içlerinde bulunan bir kişi sırlarını farş eder. O zatın sırlarını açığa çıkardığını anladıklarında aralarından uzaklaştırırlar. Alevi-Bektaşi felsefesinin esaslarından olan "Gördüğünü ört, görmediğini söyleme..." deyişi burada yine dile getirilerek, "sır içinde sır" olan öğreti sürdürülür.

   Sarı Dede Sultan, bir inanç önderi olmakla birlikte, aynı zamanda halkın sorunlarıyla da ilgilenerek her alanda topluma önderlik etmiştir. Bir erenler meclisinde "üç can, bir cem" yine muhabbette iken, Sarı Dede muhabbete katılmakta gecikir. Geldiğinde, "Erenler, biz bugün senin mihmanındık. Neden geciktin?" derler. Özür beyan eden Sarı Dede, "Kuzeyden yöremize hayvan hastalığı geliyordu. Onu uzaklaştırdım, geldim." diyerek geç kalma nedenini söyleyerek muhabbete katılır. Bu erenler meclisi, muhabbet erkânları sürekli olarak tekrarlanırmış. Bugün bunun örnekleri cemlerimizde devam ettirilmeye çalışılmaktadır.

   Sarı Dede, halkın içinde dilden dile dolanır. Selçuklu'nun zulmüne başkaldıran bir "Sarı Selçuk" olur. Yerinden yurdundan edilmiş, gelip Selçik'e dergâhını kuran bir "Karamanoğlu" olur. Tapduk'un dergâhında çile dolduran Yunus ile yarenlik eden bir derviş olur. Her muhabbette anılır. Her mecliste dilden de gönülden de düşürülmez.

   Dergâhlarımız gelen mihmanların hem kalplerini, hemde bedenlerini doyurdukları yerlerdir. Ziyarete gelen canlar burada lokmalarından nasiplerini alırlar. Hemde kalplerini ve zihinlerini aşkla doyururlar. Sarı Dede Sultan'ın dergâhı da geçmişte bu işlevini yerine getirir. Sarı Dede'ye gelen canlar niyazlarını eder, dilekte bulunur, kurbanlarını keserler. Çerağlar yakılarak, aşevinde lokmaları pişirilir. Cemevinde Hak-Muhammet-Ali'nin ışığı yanar. Cemler yürütülür, demler sürülür...

   Alevi-Bektaşi öğretisindeki batıni inancın sürdürüldüğü bu dergâhın günümüzdeki işlevi de buradaki inancın yaşamasını sağladığıdır. Bugün Sandıklı çevresinde bir tek Alevi yerleşim yeri kalsada, halen cemlerin yürütülerek, hizmet görmek için dedelerin, pirlerin geliyor olması Sarı Dede Sultan dergâhının bu civardaki, inancı ve öğretiyi canların yüreklerinde sıcak tutuyor olmasındandır. Bu sayede Aleviliğe bağlılık korunarak, dergâhın etrafında birlik sağlanarak, canlılık sağlanmaktadır.

   Geçmişten bugüne taşınan kültürün aynı canlılığı koruyabilmesi için hem inancımıza hemde dergâhlarımıza sahip çıkmalıyız. Bizler Sarı Dede Sultan'ın etrafından kopmadığımız müddetçe, inancımızdan, kültürümüzden de uzaklaşmayız. Ne zaman ki dergâhlarımızı unutur, inancımızdan uzaklaşırsak işte o zaman kendimizden de uzaklaşırız. Sarı Dede Sultan ve onun dergâhı da diğer Alevi uluları gibi, çeşitli yerlere dağılmış birbirinden uzakta olan canlarımızı bir arada tutan ortak değerimizdir.

   Erenlerin himmetiyle. Aşkı muhabbetlerimle...


Metin ÖZDEMİR


 





18 Kasım 2014 Salı

CAN LOKMASI

Can Lokması - Metin ÖZDEMİR - Oniki Gazetesi

   Antalya'daki Alevi kurumları tarafından Muharrem ayında oniki gün boyunca tutulan oruçlar, canlarla birlikte açıldı. Antalya Alevi Bileşenleri'ni oluşturan kurumlardan Hacıbektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı ve Alevi Kültür Dernekleri Şubeleri, Antalya Cemevi'nde; Antalya Abdal Musa Kültür ve Tanıtma Derneği, Şah-ı Merdan Alevi Bektaşi Eğitim ve Kültür Derneği, Karatepe Mahallesi Kültür Dayanışma Yaşatma ve Yardımlaşma Derneği (KAR-DER) ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Altınova Şubesi aynı zamanda cemevleri olan dernek binalarında oruç açma ve matem erkânlarını yerine getirdiler.

   Dernek başkanlarının ve yöneticilerinin her kurumun düzenlediği lokma paylaşımına katıldığı Antalya'da matem günleri birlik ve beraberlik içerisinde geçti. Muratpaşa Belediye Başkanı Ümit Uysal'ın da her gün farklı bir kurumun lokmasına katıldığı oniki gün boyunca lokmalar canlarla paylaşıldı. Matem günleri süresince Kerbela'da katledilen Şah Hüseyin ve yoldaşlarının yas-ı matemleri tutuldu.

   Antalya'daki Alevi kurumları aşurelerini kaynatarak yine lokmalarını birlikte paylaşarak, hizmetlerine devam edecekler.

Metin ÖZDEMİR







4 Kasım 2014 Salı

DİRLİĞİ OLMAYANIN BİRLİĞİ OLMAZ

Hüseyin Keskin Dede ile Söyleştik - Metin ÖZDEMİR

   Isparta-Senirkent Uluğbey'deki Veli Baba Sultan Ocağı'ndan ve Hünkar Hacı Bektaş Veli Dergahı'na bağlı dedelerimizden Hüseyin Keskin ile Aleviliği ve Alevileri ilgilendiren güncel konuları konuştuk.

   Ocaklar ve dergahlarla ilgili görüşleriniz nelerdir?

   Anadolu'da çeşitli ocaklar var. Ocaklardan ziyade birde dergâhlar vardır. Esas olarak ocak farklıdır, dergâh farklıdır. Dergâh; okuldur, üniversitedir. Ocaklar ise daha çok bir aileye mahsus olan yerlerdir. Fakat dergahlar öyle değildir. Örneğin; Hacı Bektaş Veli, Seyyit Gazi, Sücaattin Veli, Abdal Musa Sultan ve Veli Baba Sultan dergahları gibi. Bunlar ocaklardan biraz daha farklı olarak derviş yetiştiren ve ilim yuvası olan yerlerdir. Ama günümüzde artık öyle bir hale geldi ki, sanki oraları ilim yuvasından çıkarıp, sanki asimilasyonun merkezi haline getirdiler.

   Bağlı olduğunuz Veli Baba Sultan Dergâhı hakkında bilgi verebilir misiniz?

   Veli Baba Sultan, Anadolu evliyalarının içinde büyük makama sahip olan evliyalardan bir tanesidir. Kimin makamının yüksek veya düşük olduğu, evliyaları kıyaslamak bizlere düşmez ama Veli Baba Sultan, Anadolu evliyaları arasında üst makamlarda olan bir zat. Bu dergah yüzyıllardır 1500'lü yıllardan bugüne gelene kadar, beşyüz elli senedir yürüyen bir dergâh. Bütün dergâhların kapandığı halde Veli Baba Sultan Dergâhı'nın kapanmadığını biliyoruz. Ama bazı dergâhlarımız ne yazık ki kapatılmıştır. Anadolu'daki diğer dergâhlarda olduğu gibi, Veli Baba Sultan Dergâhı'da yolumuza erkânımıza hizmet eden ulu dergâhlardan bir tanesidir. Bizlerde onların hizmetçisi olarak çeşitli yerlerde, gerek yurt içinde, gerek yurt dışında hizmetleri görmeye çalışıyoruz.

   Veli Baba Sultan adına 1968'den beri "Veli Baba Sultan'ı Anma ve Pilav Festivali" yapıyoruz. Ama gerek siyasi, gerek sosyolojik nedenlerle bir türlü adımızı dışarıya pek fazla duyuramadık. Duyuramamızın nedenlerinin bir kısmı siyasi, bir kısmı da ekonomik gücün olmadığındandır.

   Dergâhların dedelere yüklediği misyon nedir?

   Dergâhlarda dedeler, yetişen dervişler, ışık saçan kişiler elbette çoktur. Çünkü dergâhlarda yetişen kişiler Anadolu'nun çeşitli yerlerine ışık götürmüşlerdir. Anadolu'nun çeşitli yerlerinde talip üzerine gitmişlerdir. Bizde bugün bunu yerine getirmeye çalışıyoruz. Önemli olan dergâhta yetişen kişinin, araştırmasıdır, kendini yetiştirmesidir. 

   Dergâhlar ve bu dergâhların talipleri asimilasyondan nasıl etkilenmiştir?
   
   Aleviliğin özünde dergâhlardan, ocaklardan ziyade dergâhın ve ocağın nasıl yaşadığına, günümüze kadar nasıl geldiğine bakarsak, 1800'lerde başlayan asimilasyon süreci günümüze kadar devam etmiştir. Veli Baba Sultan Dergâhı'da sıkıntılar içinde bugünlere gelmiş. Türbelerin yanına camilerin yapılması, asimilasyonun birinci etkenlerindendir. Anadolu'da büyük dergâhlar asimilasyonun hedefi haline gelmişlerdir.

   Yurt dışına göç olaylarında köyden çıkan kişiler biraz daha asimilasyona yatkın olmuşlar. Küçük yaşta köyden çıkan kişi bilmemiş, bilememiştir. Yolunu erkânını görmediği için bilememişlerdir.

   Aleviliğin sürdürülmesi noktasında ne söyleyebilirsiniz?

   Yaşarsan Alevi'sindir. Yaşamazsan Alevi değilsindir. Alevilik bir yaşamdır. Alevilik yaşayabilmektir. O yolda yürüyebilmektir. Yol yürünürse yol olur. Yürünmezse o yolda ayak izi bulunmaz. Dolayısıyla Alevilik'te yaşanırsa vardır. Yaşanmazsa yoktur. Ama bu kadar baskıya, zulme rağmen bugüne kadar gelmiştir.


Hüseyin Keskin Dede ile Söyleştik - Metin ÖZDEMİR

   Günümüz koşullarına geldiğimizde, günümüzde hangi problemlerle karşılaşıyoruz. Günümüzde ne sıkıntılar var. Neler yaşıyoruz? Günümüzdeki siyasi, sosyal ve ekonomik koşullarda Alevileri neler bekliyor?

   Bir söz vardır: Dirlik birlik. Dirliği olmayanın birliği olmaz. Bizler günümüzde öyle bir hale geldik ki, bizim bölünmek gibi, bizim artık birbirimize kırılmak gibi bir lüksümüz yok. Günümüz birlik ve beraberlik günüdür.Günümüz el ele tutuşmamızın günüdür. Günümüzde gerçekten karşımızda hiç görünmeyen ama sezdiğimiz, sezinlediğimiz bir düşünce var, bir felsefe var, bir yaşam biçimi var. Birde düşman var. Bu kelimeyi söylemek istemiyorum ama gerçekten bir düşman var. Ve bu düşman karşısında tutunabilmenin tek yolu birlik olmaktır.

   Bugün günümüzde bir IŞİD terörü var. IŞİD belki bugün Suriye'de, Irak'ta görünüyor ama. Öyle sanıyorum ki, Anadolu'nun çeşitli illerinde IŞİD'in örgütlenmesi ve aynı zamanda o örgütlerin gizli çalışmaları mutlaka var. Çünkü bu birde her kurumun içinde olan birşey. Bu örgütün en büyük hedefi Alevi toplumu. Çünkü Alevi toplumu hoşgörüyü sindirmiş, hoşgörüyü kendine destur edinmiş bir inanç. Biz toplum olarak incitmek istemiyoruz. İncitmiyoruz. Ama karşımızdakinin bize acımak gibi, bizi incitmemek gibi bir duygusu yok. Bu nedenle birlik beraberlik olmak kaydıyla yürüyüşler düzenliyoruz. Sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Biz birlik olalım, bağıralım ama birileri bizim sesimizi duyarsa, bizde Anadolu'yu yaklaşan bu büyük olaylardan, büyük bir sorumluluktan kurtarmış oluruz. Bu bizim sesimiz. Bu bizim ayak seslerimiz. Artık Anadolu'da Alevi vardır. Anadolu'da Alevilik vardır. Anadolu'da bu Alevilik yaşanıyor. Bunu da herkes biliyor. Bunu herkes kabul etmek zorundadır. Çünkü ben varsam, yaşıyorsam demek ki varım. Bu nedenle diğer inançlara nasıl saygı gösteriyorsak, bazı kişilerinde bizlere saygı göstermesini elbette bekliyoruz. Artık günümüzde bu devlette, hükümette bunu bilmek zorundadır.

   Bizim cemevlerimiz birinci derecede ibadet yerlerimizdir. Bizim toplanma yerimizdir. Dolayısıyla bizler her türlü sorunumuzu cemevlerinde çözeceğiz. Günümüzün en büyük handikapı, bizim en büyük amacımız, en büyük gayemiz şu olmalı. Birlik olmalıyız. Çünkü; gün birlik günü, gün dostluk günü, gün el ele olma günü. Gün kavga günü değil. Biz bir olduğumuz sürece karşımızdaki kişilerin bizlere bu kadar rahatlıkla sokulabileceklerini pek düşünmüyorum.

   Eğitimde hak ihlalleri, zorunlu din dersleri, okulların imam-hatipleştirilmesi, öğrencilerin zorla imam-hatip okullarına kayıt ettirilmesi başta olmak üzere, Milli Eğitim'le ilgili sorunlar ve yaşanan sıkıntılarla ilgili görüşleriniz nelerdir?

   Milli eğitim diyoruz ama, ilk başta eğitim sistemimiz milli değil, şu anda Milli Eğitim bir şeriat kurumununun elindedir. O bakanlık orada milli olarak değil, şeriatın bir hükmü olarak var. Dolayısıyla o bakanlığın Alevi toplumuna vereceği hiçbir şey yok. Neden yok? Bugün bir Alevi çocuğunun, canlı Kuran dediğimiz dedesinden, babasından, ozanından dinledikleriyle, bugün okuldaki din dersinde anlatılanları kıyasladığımızda, bugün başka boyutlara geçtiği zaman şeriatın acımasız hükümleriyle ve bağnazlıkla yapılan eğitimle, benim Alevi çocuğuma o hoşgörüye sığmayan, bağnazlıklarla benim çocuğumun alacağı eğitim yok. Kaybedebileceğimiz çok şeyler var. Zaten hükümetlerde, bunları özellikle devleti şeriatlaştırmak için bu kanunları hükümleri getirmişler. O nedenle bizim o kanunlara güler yüzle bakmamız mümkün değil. Yaptığımız protestoların amacıda budur. Nedir din okulları? Din, Hak'la benim aramda olan bir şeyse eğer, bırak ben Hak'la hakkımı kendim savunayım. Bir başkasının bunu monte etmesiyle olmaz. Kişi eğer Allah'ını biliyorsa, yolunu yordamını biliyorsa, senin bana illaki bunu zorunlu böyle okuyacaksın deme hakkına sahip değilsin. Bu Emevi baskısıdır. Emevi zulmünün bir benzeridir, bir göstergesidir. Çünkü Hristiyan'da var. Alevi'de var. Her türlü inançtan olan kişiler var. İnanmayanda var. Onlar İslam'ı öğrenmek zorunda değil ki. Ben dinimi okulda öğrenmeyeceğim. Dini ben içinde yaşayarak öğreneceğim. Ailem öğretecek bana bunları. Okulda sen veriyorsan ver. İster alsın, ister almasın. Sen benim herşeyime kadar karışıyorsan, bütün yaşantıma kadar müdehale ediyorsan o zaman orada demokrasiden söz edemezsin. Bunun adı demokrasi değil, başka bir şeydir. Bunun adı resmen zorbalıktır. Günümüzde 4+4+4 ve zorunlu din dersleri ile ilgili cumhurbaşkanı düzeyindeki bir kişi "Kimse Fizik dersinin zorunlu olduğunu tartışmaz" diyor. Böyle bir bağnaz düşünce olur mu? Üst düzey idareci olan bir kişi kalkıp, din dersini bilimle kıyaslayabilir mi?  Malesef o boyuta geldik.

   Ortadoğu'da bugün yaşananlarla ve bize yansımalarıyla ilgili neler söylersiniz?

   Şöyle bir söz var. "İslam alemi, son ehlibeyte kadar, bütün ehlibeyti katlettikten sonra, Allah İslam'ı terketti. Bu ne ne demektir. İslam, şeytanın eline geçmiştir. Şeytan neyi sever, azabı sever. Dünya coğrafyasına baktığımız zaman, müslüman ülkeleri dışında rahatsız olan yok. Müslüman ülkeler kaynıyor. Çünkü şeytan azabı sever, zulmü sever. Malesef bugün günümüzde gerçekten dünyayı şeytan yönetiyor. İşte budur Allah'ın İslam'ı terketmesi sözündeki anlam. Yani Allah'ın o güzel inancını, o güzel duyguları yok ettiler. Emevi zulmüyle yok ettiler. Şeriat dedikleri, o Emevi baskısıyla, şeytani düşüncelerle yeni bir sistem getirdiler. Şimdi o sistemi uyguladıkları ve yönettikleri ülkelerde elbette ne azap bitiyor, ne ölüm bitiyor. Hiç bir şey bitmiyor. Bitmeyecekte yani.

   Bu yüzden gün birlik günüdür. Birlik olmak zorundayız. Birlik, beraberlik günüdür. Günümüz o gündür. Bugün ölenlerde bizim kişilerimizdir, bizim canlarımızdır. Bugün biz hiçbir zaman ırk ayrımı yapmadık. Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, hepsiyle biz kardeşiz. Biz önce Aleviyiz. Bugün her toplumda Alevi vardır. Alevilik, hiçbir zaman ırkın altına düşmemelidir. Alevilik evrenseldir. Evrensel boyutta olan bir inanç biçimi, bir yol kalkıp ta bir ırkın altına giremez. Biz önce Aleviyiz. Ondan sonra ırkın neyse sen o'sun.  Dünyadaki bütün ırkların hangisi olursa olsun. Hepsiyle bir olmamız, beraber olmamız, birlik dirlik içinde olmamız şart. Diğer türlü kurtuluşumuz zor.

   Sizce örgütlü yapıya, Alevi kurumlarına düşen görevler ve önerileriniz nelerdir?

   En küçük birimden, en küçük birim derken; bir cemevindeki dededen başladığımız zaman oda örgütlü yapının bir parçasıdır. Tepeye kadar tüm Alevi örgütlerinin biraz daha faal çalışması lazım ki, artık sesimizi biz tek başımıza duyuramazsak tavanda bir olan, bugün Hacı Bektaş Vakfı gibi, Alevi Bektaşi Federasyonu'na bağlı kurumlar gibi örgütlerin bir araya gelip birlik içerisinde olup, her kafadan bir ses çıkmaktansa bir kişiden, bir kafadan sesimizi daha yükseklere duyurmalıyız. Bu konuda Avrupa'daki Alevi kurumlarının da büyük fonksiyonu var. Avrupa, bu örgütsel yaşam konusunda Anadolu'dan bir adım daha önde. Onların örgütsel yaşamlarından kaynaklanan güvence ile Anadolu'daki birlik, biraz daha kendini derledi topladı. O nedenle de Avrupa'daki o federasyonlara teşekkür ediyoruz. Hakikaten bize büyük bir yol gösterdiler. Anadolu'da çeşitli Alevi dernekleri ve vakıflar kuruldu. Canlılık için biraz daha ne yapmaları lazım? Çok çalışmamız lazım. Alevi toplumunun da bu federasyonlara, bu örgütlülüğe, bu derneklere sahip çıkması lazım. Gerek maddi manevi, gerek sosyal ve siyasi destek lazım. Yoksa maddi gelir olmayanın gücü olmaz. Mutlaka maddi yönden güçlü olmamız lazım. Dernekler, vakıflar güçlü olursa elbette toplum güçlü olur. Biz elimizden geldiğince bir şey yapmıyorsak ve daha adımız Alevi olur ama hiçbir şeye karışmıyoruz. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın dersek. O yılan gelir bir gün bizi de sokar. O nedenle bize dokunur yani. Onun için bu örgütlere bizim sahip çıkmamız lazım. Onlarında daha çok çalışıp, bu sayede daha çok yerlere ulaşması lazım. Makamlarda oturarak değil, çıkıp Anadolu'yu adım adım gezmek zorundalar. Her cemevine gidip, her dedeyle konuşarak onların bilgilerini almadırlar. Bu arada biz dedelere de büyük görevler düşüyor. Bütün cemlerde ve muhabbetlerinde bu kurumlarla ilgili konuşmalar yapıp onlara halkı taşımak, onlarla tanışmasını sağlayarak örgütsel yapıya daha örgütlü canlar yetiştirmek aralarında köprü olmak gibi görevleri var. Dedelerin bu görevleri çok iyi yapması gerekir ki, artık örgütsel yapının daha güçlü olması lazım.

   Kökleriniz Isparta Senirkent Uluğbey'de Veli Baba Sultan ocağında ve Serçeşmemiz Hacı Bektaş Veli Dergâhı'na bağlı olarak cemler yürüterek, dergâha hizmet ediyorsunuz. Vaktiniz canlara hizmetle geçiyor. Biraz bu konular hakkında bilgi verebilir misiniz?

   Kendi ocağımızdaki, kendi dergâhımızdaki taliplerimizin hizmetleri var. Bizim Anadolu'da bazı yörelerde olmayan bir özgümüz var. Aksatmadan yerine getirdiğimiz, Alevilikteki ikrar ve görgü cemlerini bütün canlar mutlaka yerine getirir, yıllık kurbanlarını keserek görgüden geçerler. Cenaze erkânlarımzı aslına uygun olarak yapıyoruz. Cuma akşamı dediğimiz Perşembe muhabbetlerini ve cemlerini kesinlikle kaçırmıyoruz. Yani işimiz gerçekten ağır. Bunun yanında gerek dergâhta olsun, gerekse değişik yörelerdeki taliplerimizin ve yurt dışındaki canların hizmetleri oluyor. Yurt dışında da Muharrem ve Hızır ayları dolu geçiyor. O insanların, o güzel canların yüzündeki o tatlı tebessümü, o mutluluğu gördüğümüz zaman inanın bu bize yetiyor. Saatlerce muhabbet ediyoruz, saatlerce oturuyoruz. Ama o güzelliği, yüzlerinde yansıttıkları mutluluğu gördüğümüz anda o yorgunluk geçip gidiyor. Hizmetlerimiz gerçekten yoğun ama bizler yorulmayacağız. Canların gönlündeki aşkı gördüğümüz zaman saatlerce muhabbet etsek insan yine yorulmuyor. Yeter ki o aşk olsun. Biz hizmete devam edeceğiz. Yolumuza devam edeceğiz. Hünkâr'la olan bağımızı elbette dahada güçlendireceğiz. Çünkü dede bir köprüdür, bir elçidir. Bütün canları uyaracak. Peygamberin dediği gibi; kalkıp uyaracak. Bizlerinde görevi toplumu uyarmak. İmam Ali'nin sözünde olduğu gibi; "İmamlık öyle bir hekimliktir ki, gittiği yerler ışık ve derman götürür." Dedelikte öyle bir hizmettir ki; gittiği yerlere ışık götürür. İlim saçar, güzellik ve mutluluk götürür. Ama bunun yanında dedesiz olan bir toplum, tek kolu olmayan insana benzer. Dedesiz bir toplumun önü karanlıktır. Çünkü rehberi yoktur. Aydınlığı bilemez, bulamaz. Dedesi olmayan toplum karanlıkta kalır. Bu nedenle dedeler olarak kendimizi yetiştirmemiz lazım. Eskiden babadan dededen duymakla, anadan görmekle dedelik yapılmıyor. Çünkü artık kimse destan dinlemek istemiyor. Doğrusu neyse onu duymak, öğrenmek, bilmek istiyor.

   Özellikle gençlerimizi yönlendirmek bizim görevimiz olmalı. Hep söylediğimiz bir şey vardır. Gençliği olmayan bir fikrin yarını olmaz. Bu nedenle gençlerimize daha çok değer vererek, onları üst noktalara taşımak bizim görevimiz olmalıdır. Sen çocuksun, sen bilmiyorsun demek yanlıştır. O çocuk bizden daha iyi bilir. Bizden daha güzel yetişir. Yeter ki yetiştirmesini bilelim. Gençliğimize yeterli değeri verelim. Artık kapıları açmalıyız. Kapıları kapatmayacağız. Gençlerimiz cemlerde oturup dedeyi dinlemelidir. Orada oturup dedeyi dinleyecek ki oda yarına kendini hazırlayacak. Artık cemde kapılar açık olmalıdır. Açık olmalı ki, bizim çocuklarımız, bizim gençlerimiz öteki olmasın.


Hüseyin Keskin Dede ile Söyleştik - Metin ÖZDEMİR

   Alevi basın-yayın ve iletişim organlarıyla ilgili düşünceleriniz nelerdir?

   Malesef iletişimin ana başlıklarında maddi güç başta geliyor. Bu yüzden bizim çok fazla medya organımız yok. Böyle olmasının sebeplerinden bir tanesi de parasal yönden zayıf olmamız. Bugün Hünkar Hacı Bektaş Veli Vakfı veya diğer kurumlar olarak öyle bir gelire ulaşmış değiliz. Gönül ister ki bizimde Serçeşme, Hünkâr yada Hacıbektaş diye televizyon kanalımız olsa, sesimizi oradan duyurabilsek ama bunlar hep maddi imkanlarla ilgili. Yazılı basında SERÇEŞME diye aylık bir dergimiz var. Bu dergiye biraz daha fazla ilgi gösterebilsek. Bunlar aslında bizim eksikliğimiz değil ama gücümüzün yetmediğinden iletişim alanında zayıfız. Olanları da besleyemiyoruz. Besleyemediğimiz içinde bir zaman sonra kendi gücünü kaybediyor. Ama biz ne kadar bunlara sahip çıkabilirsek o kadar çoğalırız. Ama bizler kendi kurumlarımıza yeterince sahip çıkmıyoruz. Eleştirilerimiz çok fazla ama, sahip çıkalım dediğimiz zaman elini taşın altına koyan yok. Canların biraz daha aşkla sarılmaları gerekir. Bunlar üzerinden biraz daha güç sağladığımız zaman maddi sorunlardan dolayı dergilerimiz, gazetelerimiz, televizyonlarımız kapanmak zorunda kalmaz. Umarım yeni açılan gazetemiz ONİKİ'de uzun soluklu olur. Dedelerin bir görevi de; bu noktada halkı bu dergilere, gazetelere teşvik etmektir. Teşvik etmeliler ki halk bilinçlensin, okusun, haberdar olsun. Haberi olmayan toplum yalnız toplumdur. Yaşamayan bir toplum demektir. Habersizsen, yaşamıyorsun ki, dünyadan bir haberi yok, kendi kurumlarından bir haberin yok. Bu yüzden bunca basın-yayın organlarının içinde bizler birkaç tane gazetemizi, dergimizi, kanalımızı besleyemiyorsak bu bir eksikliktir.

   Son olarak neye değinmek istersiniz?

   Her şeye rağmen karamsar değilim. Yeni gelen gençlik biraz daha atak. Yeni gelen gençlik bu davaya biraz daha fazla sarılıyor. Buda beni mutlu ediyor.

   Aşk-ı niyazlarımla...


Metin ÖZDEMİR