Kimilerine göre “Çıktık Horasan’dan sökün eyledik.” Kimilerine göre ise zaten hep bu
topraklardaydık. Neredeydik, nereden geldik her ne olursa olsun. Bugün bu coğrafya üzerindeysek,
yaşıyorsak… Bastığımız toprağa bizim diyorsak, “adlarımızı verdiysek dağlara, ovalara, ulu sulara…”
buralıyız. İşte tamda buradayız.
Binlerce yıldır egemenlerin çıkar siyaseti halkları, inançları, kültürleri, birbirine kırdırmayı
maalesef başarmış. Bugünde aynı toprakları yurt edinmiş insanlar yine benzer sebeplerle birbirine
düşman ediliyor. Tarihsel süreçte yaşanan olaylar farklı zamanlarda, farklı mekânlarda hep zuhur
ediyor.
Biz bu yarayı Maraş’tan tanıyoruz. Çorum’dan biliyoruz biz bu acıları… Yüreklerimiz
Sivas’ın narında yanıyor halen… Dokundukça sızlıyor kabuklaşan yaralarımız. İnsan, yüreğine düşen
acıyı unutmaz çünkü. Hele de Kerbelâ’dan bugüne mazlumun yasını tutan bir toplumun acılarını
sağaltmak kolay değildir.
Duyduğumuz her olayda sanki kendimiz yaşamışçasına yüreğimiz titrer hep. Nerede yüreği
incinen bir can duysak oralı olur yüreğimiz. Canların yüreği orada atmaya başlar. Yüzlerce yıldır
ezilmiştir yüreği. Kendisinden başka herkesin acısını acısı bilir çünkü.
Gün geçmiyor ki yine can ellerinden bir haber gelmesin. En son İzmir Gaziemir’de yaşanan
olayda canlarımızın evinin işaretlenmesi sonucu dünyanın dört bir yanındaki Alevilerin yürekleri yine
hep birlikte sızlamıştı. Duvardaki o işaret yine Maraş’ı, Çorum’u, Sivas’ı, zulmü, kıyımı, yok sayılmayı,
yok edilmeyi hatırlattı. Bunun üzerine cümle canlar seslerini duyurmaya çalıştı. Bir olmaya, birlik
olmaya davet etti herkesi. Buradayız… Bizi de işaretleyin, bizde Aleviyiz! diyen canlarımıza
komşularımızda katılarak bize destek oldular. Dosttan gelen güzel dayanışma duygularıydı bunlar.
Farklı yörelerde buna benzer olaylar belli zaman aralıklarıyla yaşanıyor. Bunun toplumsal ve
hukuki boyutlarıyla ilgilenmesi gerekenler, herkese eşit yurttaşlık hakkı sağlamak zorunda olan
yöneticilerdir. Asıl mesele ise bu noktadan sonra başlıyor. Yaşanan olayların faillerinin bulunması ve
kanunlar çerçevesinde mutlaka gerekenin yapılması lazım. Peki bu tip olayları engellemek, önüne
geçmek için sadece yasal işlem başlatmak yeterli olacak mıdır?
Anadolu bozkırında halen Hacı Bektaş Veli’nin, Yunus Emre’nin ayak izlerinin olduğu bu
topraklarda, bu çağda bunların olması binlerce yıllık kültürün, felsefenin anlaşılamamış
olmasındandır. Uygarlıklara ev sahipliği yapmış bu coğrafyada yaşanan bu tür olaylar insanlık
açısından utanç vericidir. Kindar bir neslin yetişmesinin önüne geçmek için eğitimle, öğretimle elden
gelenin fazlası yapılarak her şekilde engel olunmalıdır. Hünkâr’ın dediği gibi; ancak kadınları
okutursak bunların önüne geçebiliriz. Bilimle ilerlersek ancak yüzümüzü aydınlığa çevirebiliriz.
Bu durumda bizlerin payına düşen ise her zamankinden daha fazla birbirimize sahip çıkarak
dayanışma içinde olmaktır. Yunus’un “bölünürsek yok oluruz…” sözü hep aklımızın bir köşesinde
durmalı. Çünkü bizim felsefemizde kırgınlıklara, küslüklere yer yok. Ne zaman hırslarımıza yenik
düşersek işte o zaman kaybederiz. Ulularımızın “Bir olalım, iri olalım, diri olalım…” sözleri bugünler
için var. Nerede olursak olalım taşıdığımız misyonun, bağlandığımız yolun kıymetini bilelim. Bu yola
layık olalım.
Dostun gülüyle yaralanmadıktan gayrı, şu ellerin taşı hiç bize değmez.
Aşk ile…
Metin ÖZDEMİR