15 Haziran 2016 Çarşamba
YOLUN SÜREĞİ CANDADIR
Yazar:
Metin Özdemir
Yaşadığı topraklara bağlı, birbirine uyumlu ve bulunduğu koşullara rağmen kendisini geliştirerek, bu günlere kadar öğretiyi yaşatan Alevi toplumu, doğup büyüdüğü, serpilip geliştiği alanlardan uzaklaştıkça, daha da zor koşullarla karşılaşmaya başlamıştır.
Geçmişte köyde, kasabada yani kırsalda yaşatılan öğreti ve inanç, yerleşim yerlerini değiştirmek zorunda kalan birçok toplum gibi, Aleviler içinde aynı zorluklarla birlikte kentlere taşınmıştır. Alevilerin kırsalda kapalı bir toplum olarak yaşattıkları inanç, artık kentlerde sadece bir kültür olarak yer almaya başlar.
Aleviler kırsalda daha çok "bir lokma bir hırka" düsturuyla yaşamlarını sürdürmüştür. Fakat Alevilerle birlikte, Aleviliğinde kent koşullarına taşınmayla emek mücadelesi, gelecek kaygısı gibi insani kaygılarla inanç, öğreti ve toplumsal birliktelik belli oranda geri plana atılır.
Ocağından, süreğinden uzaklara giden canların bir çoğu şehirlerdeki farklı sosyal ve ekonomik durumlara rağmen yola sahip çıkmaya devam ederler. Fakat yinede dedesinden, pirinden, yüzyıllardır bağlı olduğu ocağından, süreğinden uzakta kalan büyük bir kısmı, inançta ve yolda yalnız kalmışlardır.
Aleviler, yaşadıkları toplum içerisinde hep birbiriyle dayanışma içinde olmuşlar. İnançlarının gereği olarak görgüde, sorguda birbirlerini hep kontrol altında tutmuşlardır. Bir canın hareketi, herhangi bir davranışı bütün toplumu etkilediğinden, birbirlerine karşı sorumlu davranırlar. Bir canın başı dara düşse ona haldaş, yoldaş olurlar.
Yola sahip çıkan Aleviler, yolun geleceği olan çocuklara, gençlere de sahip çıkmışlar. Gençliği olmayan bir toplumun geleceği olmaz düşüncesiyle, çocuklarını yolun erdemleriyle yetiştirmeye çalışmışlardır. Kırsal koşullarda bu daha kolayken, kentlere göçle birlikte yolda olduğu kadar, toplumsal alanda da kopukluklar başlamıştır. Aynı inancın bireyleri birbirinden uzaklaştıkça aralarındaki kontrol mekanizması da zorlaşır. Her can, toplumun bütün çocuklarına, gençlerine göz kulak olurken, neredeyse kendi evlatlarından uzak kalmışlardır.
Değişen dünya düzeniyle uyum hiçte kolay değildir. Etkileşimler, kültürel ilişkiler her alanda asimilasyon halini alıyordur artık. Yerinden, yurdundan, köklerinin olduğu yerlerden uzaklaştıkça, çevre değişir, insanlar değişir. Yalnızca sosyal çevre değil, kültürel ve inançsal birliktelikten de uzaklaşır insanlar artık. Ta ki kendi güçlerinin farkına varıp bir araya gelmeye başlayana kadar. Bu sürece gelene kadar da birçok kuşak, dış çevre etkenleriyle kendini farklı yapıların içinde bulurlar. Hele ailede de öz inancını yeterince yaşamadıysa... Bu gerek yeni kuşaklar açısından gerekse yolun geleceği açısından canları zora sokar.
Mürşit, dede, talip, bütün canlar inançlarına, öğretilerine sahip çıktıkları kadar, yetişen yeni neslin ahlâkından, her türlü davranışlarından da kendilerini sorumlu hisseder ve toplum yapısının bozulmadan devamlılığını sağlamak için çaba gösterirler. Ama ne yazık ki, günümüz koşullarında bu durum kolay değildir. Mürşidin, pirin dedenin, rehberin o köklü felsefeyi yayma isteği kadar, taliplerin, canların da o bilgiyi almaya istekli olması gerekiyor.
Anadolu'da bir Alevi yerleşiminde yaşanmış bir olay şöyle rivayet edilir: Köylerde güvenlik kaygısıyla cemlere geç saatlerde başlandığı dönemlerdir. Bir Alevi köyünden, yakındaki diğer bir Alevi köyüne ceme katılmak için giden canlar, küçük çocuklarını iki köyün ortasındaki bir yerde bir kayanın kuytusuna bırakır, ceme öyle giderlermiş.
Cem sırasında dede, bir ana sultanın huzursuzluğunu hisseder. Cana sorar: Neyin var talip? Can şöyle der: Dedem, çocuğum uyanır mı diye meraktayım. Dede bunun üzerine bir hikmet gösterir. Hiç meraklanma can, çocuklarımız uyuyor diyerek, oturduğu postu kaldırır ve gösterir. Cemdeki canlar, postun altında çocukların uyuduğunu görürler. Dede şöyle der: Meraklanmayın yavrularımız erenlere emanet... Bu sırrın ortaya çıkması üzerine talip canlar nişan gösterirler. Hizmetler tamamlanır ve cem birlenir. Dönüş yolunda da canlar çocuklarını alarak köylerine dönerler. Buna benzer olaylar birer söylence, birer rivayet olarak anlatılır.
Buradan payımıza düşen hisse sırrı hakikattir. O cemlerdeki canların yola, Hak Muhammet Ali'ye olan bağlılığıdır. Burada yaşanılan sır, dört kapıya kırk makama ulaşmaktan geçer. Canlar böylece, canını erenlere emanet eder, malını varlığını dost yoluna sererler. Artık o pirleri, bu sırra eren kâmil insanları bulmak ne kadar çok zorlaştıysa günümüzde, artık o aşkı bulmakta çok zor. O saf, temiz insanlar azaldıkça işimiz daha da zorlaşıyor.
Yine bu öğretiyle yetiştiğimiz topraklarda bir söz söylenir. "Sen yolu görmezsen, yol seni görmez." Bizlerde yolu arayıp bulacağız... Koşullar ne olursa olsun inancımızdan, yolumuzdan, canlarla olan dayanışmamızdan vazgeçmeden, erdemlerimize sahip çıkmalıyız. Kirli ellere fırsat vermeden, çocuklarımıza, gençlerimize, geleceğimize sahip çıkmalıyız.
Aşkı niyazlarımla...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder